49 sonuçtan 25-36 arası gösteriliyor

Yeni Bir Toplum Felsefesi

64.00
Yeni materyalizmin temsilcilerinden Meksikalı filozof, sanatçı, çağımızın özgün düşünürlerinden Manuel De Landa, Yeni Bir Toplum Felsefesi’nde ufuk açıcı bir toplumsal ontoloji geliştiriyor. Toplumsal süreçleri “birey” ve “toplum” benzeri şeyleştirilmiş genellikler bakımından düşünmeyen, aynı şekilde mikro ve makro olmak üzere iki sabit düzeyde gerçekleştiği fikrini altüst eden bir yeni ontolojidir bu. Kitapta tanımlanan gerçekçi toplumsal ontoloji, kişilerden devasa ulus-devletlere dek çeşitlilik barındıran toplumsal varlıkları, tarihsel süreçler aracılığıyla inşa edilmiş öbekleşmeler biçiminde ele alıyor. Her ne kadar Fransız düşünür Gilles Deleuze’ün öbekleşme kuramından hareket etse de, bu yaklaşım onun zorluklarını ve eksikliklerini irdeleyerek genişleten ve onu bir adım öteye taşıyan, toplumsal gerçekçiliğin kusurlarını bertaraf etmeye imkân tanıyan “yeni bir öbekleşme kuramı”nın temel fikirlerini ve kavramlarını barındırıyor. Bu kitabın ekseninde Deleuze’ün yanı sıra, Max Weber, Fernand Braudel, Michel Foucault, Pierre Bourdieu, Erving Goffman gibi düşünürler de yer alıyor. Yeni Bir Toplum Felsefesi özgün olduğu kadar derinlikli bir modern toplum analizidir; en önemlisi de indirgemeciliğe, özcülüğe ve şeyleştirmeye kökten bir karşı çıkıştır.

Yeni Bir Bakışla: Heidegger

52.00
“Çağdaş Düşünürlere Yeni Bir Bakış” serisi büyük düşünürlerin fikirlerini, görsel sanatlar, filmler, televizyon programları, mimarlık, moda ve hatta bilgisayar oyunlarından örneklerle gözler önüne seriyor... Heidegger sözkonusu olduğunda, genellikle okunması ve anlaşılması çok zor metinler kaleme aldığı görüşü kakimdir. İşte Barbara Bolt’un bu kitabı Heidegger’e ilgi duyan okurun bu güçlüğü aşmasına yardımcı olacak özgün bir rehber niteliği taşıyor. Yazar başta sanatçılar ve sanat öğrencileri olmak üzere, sanat ve felsefe ile ilgilenen herkesin Heidegger'in bakış açısını anlayabileceği bir okuma olanağı sunuyor. Barbara Bolt, Heidegger’in en ünlü çalışması Varlık ve Zaman da dahil olmak üzere, felsefecinin sanata ilişkin en önemli metinlerinin yakın okumasını sunarak, günümüzdeki sanat ve sanat endüstrisine nasıl eleştirel bir noktadan yaklaştığını görmemizi sağlıyor. Bunu da Sophie Calle, Anish Cooper ve Anselm Keifer gibi uluslararası sanatçıların işleri üzerinden yapıyor. Barbara Bolt, Melbourne Üniversitesi Victorian College of the Arts and Music’te dekan yardımcılığı görevini sürdürüyor. Aynı zamanda kendisi de sanatçı olan yazarın diğer kitapları arasında, Art Beyond Representation: The Performative Power of the Image (Tasvirin Ötesindeki Sanat: İmajın Edimsel Gücü – I.B. Tauris, 2004) ve Practice as Research: Approaches to Creative Arts Enquiry (Araştırma olarak Pratik: Yaratıcı Sanat İncelemelerine Giriş – I.B. Tauris, 2007) bulunuyor.

Yeni Bir Bakışla: Derrida

52.00
Hiç kuşkusuz, Derrida düşüncesinin merkezinde metafiziğin yapıbozumu yer alır. Sözkonusu olan, konuşmayı yazıya üstün tutan (sözmerkezci) hâkim metafizik anlayışın yapıbozumudur ve Derrida “yazı”yı yeniden düşünmekle anlamın, yasanın, Benliğin, otoritenin, hakikatin, yani aslında tüm ihtişamlı yapıların nasıl inşa edildiğini sorgular. İhtişamın tersine yıkıntıya, tüm bu yapılarda mündemiç faniliğe dikkat çeker. “Yeni Bir Bakışla” serisinin dördüncü kitabı Yeni Bir Bakışla Derrida merkezine aldığı yapıbozum yöntemini, yapısalcılık ve yapısalcılık sonrası tartışması bağlamında Derrida’nın Fransızca “fark” ve “erteleme” terimlerinden türettiği différance, Kant’ın Yargı Yetisinin Eleştirisi’nden ödünç aldığı parergon ve écriture kavramlarıyla birlikte ele alıyor. Yeni Bir Bakışla Derrida, yapıbozum yöntemi içerisinde birbiriyle bağlantılı tüm bu kavramlar üzerinden Derrida düşüncesinin, hem Batı felsefe geleneğiyle hem de mimariden moda tasarımına, resimden sinemaya, grafik romandan fotoğrafa, sanatın çeşitli dallarıyla kurduğu eleştirel diyalogu ortaya çıkarıyor, çetrefilli Derrida düşüncesini sade bir dille okurlara aktarıyor. “Çağdaş Düşünürlere Yeni Bir Bakış” serisi büyük düşünürlerin fikirlerini, görsel sanatlar, filmler, televizyon programları, mimarlık, moda ve hatta bilgisayar oyunlarından örneklerle gözler önüne seriyor...

Yeni Bir Bakışla: Deleuze

52.00
“Deleuze’ün çalışması inşası süren bir diyalog, fikirlerin sürekli yeniden çerçevelendiği, yeniden sınandığı ve yeni baştan sorgulandığı bir tartışma olarak felsefeye inancın ifadesidir.” Yeni Bir Bakışla Deleuze, Deleuze düşüncesinin çok katmanlı gövdesini açığa çıkarmak için basit çözümlere başvurmaktan uzak duruyor; bunun yerine söz konusu katmanların sanat, film, TV dizileri ve hatta bilgisayar oyunlarına, yani yeni dünyayı çevreleyen mekanizmalara verdiği cevapları yorumluyor. Damian Sutton ve David Martin-Jones’un Eternal Sunshine of the Spotless Mind’dan The Cell’e, Pac Man’den Lost’a, Doctor Who’dan Kafka okumasına kadar birçok farklı örnek üzerinden Deleuze’ün yersiz yurtsuzlaştırma, köksap, oluş, süre gibi temel kavramlarını ele alma biçimleri sayesinde “Deleuzecü siyaset diye bir şey var mıdır?” sorusu da yeniden canlanıyor. Birbirinden çok farklı disiplinler bağlamında sürekli yeniden ele alınması gereken Deleuze düşüncesi, bilhassa görsel sanatlardaki yansımaları açısından kültür eleştirisini mümkün kılan yorumlama biçiminin bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. “Çağdaş Düşünürlere Yeni Bir Bakış” serisi büyük düşünürlerin fikirlerini, görsel sanatlar, filmler, televizyon programları, mimarlık, moda ve hatta bilgisayar oyunlarından örneklerle gözler önüne seriyor...

Yeni Bir Bakışla: Baudrillard

52.00
Yeni Bir Bakışla Baudrillard bugün görsel sanatlar ve kültür alanında Baudrillard’ın nasıl bir yer işgal ettiğini temsilin doğası nedir sorusunu merkeze alarak sorguluyor. Buna yanıt ararken de dört tema –imaj, sanat, tüketim ve ekranlar– üzerinden Baudrillard’ın külliyatında öne çıkan bazı fikirler ile günümüzün imaja doymuş dünyasında yüzeyselliğin ve görünüşlerin hâkimiyetindeki sinema, televizyon, fotoğraf, pornografi, reklam, moda, reality şovlar ve internette imajların rolünü nasıl gördüğünü, sanatın rolü ve işlevine dair ne söylediğini ve son olarak da Baudrillard’ın belki de en tartışmalı ve güncel yazılarının konusunu oluşturan postmodern savaş ve onun kitle medyasındaki temsiline dair analizlerini ele alıyor. İşaretlerin, imajların rolünü ve önemini hesaba katan bir tüketim teorisi geliştiren ilk düşünürlerden biri olan Baudrillard’ın düşünceleri Kim Toffoletti’nin bu ufuk açıcı kitabında yeniden ele alınıyor, işleniyor, sorgulanıyor ve aralıksız olarak Baudrillard’ın şu sözü yankılanıyor: “Her şey görünür kılındığında, görülecek bir şey kalmadığını keşfederiz.”

Yeni Bir Bakışla: Adorno

52.00
“Çağdaş Düşünürlere Yeni Bir Bakış” serisi büyük düşünürlerin fikirlerini, görsel sanatlar, filmler, televizyon programları, mimarlık, moda ve hatta bilgisayar oyunlarından örneklerle gözler önüne seriyor... Yeni Bir Bakışla Adorno 20. yüzyılın iki büyük bestecisi Stravinski ve Schönberg’in müziğine, Kandinski’nin tekil sanat eserlerine getirdiği farklı okumalardan hareketle, Adorno’nun diyalektik felsefesine, umut ilkesine ve otonom sanat, kültür endüstrisi, faşizm, sahicilik jargonu, mimesis üzerine düşüncelerine bütünlüklü bir yaklaşım geliştiriyor; onu “Frankfurt Okulu’nun kasvetli diyalektikçisi” yaftasından kurtararak yeni bir bakışla ütopyacı bir düşünür olarak anlatıyor, çokuluslu eğlence şirketlerinin dünyası için uysallaştırmaksızın, hakkındaki yaygın sefil elitist imgesini sorguluyor. Bu kitap 20. yüzyılda modernist sanatın, siyasal ve estetik açılardan radikal bir çıkış olduğunu savunan Adorno’nun tartışma yaratmış, ünlü bir retorik olmaktan öte çağın huzursuzluğunu dile getiren “Auschwitz’ten sonra şiir yazmak barbarlıktır” sözünü bugün bir kez daha düşünmeye vesile oluyor.

Rota

52.00
“Yaşayabileceğimiz bir toprağı nasıl bulacağız? […] Nereye gideceğimizi de, nasıl yaşayacağımızı da, kimlerle birlikte yaşayacağımızı da bilmiyoruz. Bir yer bulmak için ne yapmalıyız? Yönümüzü nasıl bulacağız?” Toprak mefhumunun yapısı değişiyor, tüm aidiyetler dönüşüm sürecinde, herkes evrensel anlamda paylaşılabilir bir dünyanın, içinde yaşanabilir bir toprağın eksikliğiyle karşı karşıya ve yerküre direnmeye başladı; tarihte ilk defa insan toplumları, yer sisteminin insan eylemine verdiği tepkileri kavramak zorunda… Bruno Latour, Rota’da çizdiği bu manzaranın “belli bir tarihsel eğrinin sonu”na işaret ettiğini iddia ediyor ve bunu toplumsal sınıf mücadelesinin, bir jeo-toplumsal yer mücadelesine dönüşümü olarak yorumluyor. Latour dünyanın karşılaştığı üç büyük sorunu bu dönüşüm temelinde değerlendirerek göç krizinin, iklim durumunun inkârının ve inanılmaz boyutlara ulaşan eşitsizliğin aslında tek bir olay olduğunu iddia ediyor. Artık Küresellik/Yerellik, Sağ/Sol, Batı hayranlığı/karşıtlığı üzerinden politika yapmanın geçersiz kaldığını, onun yerine “Modernleşmenin birbiriyle çelişkili kıldığı, aslında birbirini tamamlayan iki hareketi” gözetmemiz gerektiğini söylüyor: bir yandan toprağa bağlanmak, öte yandan dünyasallaşmak.

Nostalji: İnsan Ne Zaman Evindedir?

52.00
“Odysseus’un sonunda ‘evinde’ olduğuna dair o son derece sembolik işaret, sadece karısıyla paylaştığı bir sırdır, etrafına evini inşa ettiği zeytin ağacından kendi elleriyle oyduğu kökleşmiş yatağıdır. Kök salmak ve kökünden sökülmek: İşte nostalji budur.” Fransız Akademisi üyesi, felsefeci ve dilbilimci Barbara Cassin incelikli ve ustalıklı bir felsefi akıl yürütmeyle kök salmanın ve köksüzlüğün, ait olmanın ve yersiz olmanın, küresel dilde kaybolmanın ve kendi dilinde yaşamanın mitik ve politik veçheleri üzerine düşünüyor. Homeros’un kahramanı Odysseus’dan, Vergilius’un kahramanı Aeneas'tan, modern çağın trajik yıllarında Almanya'dan kaçan Hannah Arendt'ten dem vurarak yolcunun, sürgünün, mültecinin kısacası insanın kendini nerede evinde hissedeceğini, nerede nostaljiye kapılacağını sorguluyor. “Kök beslemek yerine başka yeri, kendini kapatmayan, farklı ‘benzerler’ içeren bir dünya beslemeyi tercih ederim. Öyleyse insan ne zaman evindedir? Yakınları, dili ve dilleriyle birlikte kabul edildiği zaman.”

Marx Okumak

52.00
Bu kitapta sunulan felsefi okuma, Marx ile Platon, Descartes ve Hegel arasında üretken olabilecek kısa devreler sunmak üzere şekilleniyor: Kapitalist mağarada Platoncu Marx, öznellik düşmanlarına öznelliği savunan Kartezyen Marx, emek temelinde özilişkisel bir olumsuzluk gören Hegelci Marx bir araya geliyor. Günümüzün önemli Marksist düşünürlerinden Žižek, Agon ve Hamza, cesur bir felsefi hamleyle Marx'ı yeni bir özgürleşme siyasetine zemin sunabilecek tarzda yeniden yorumluyorlar. Sonuçta, parçacık fiziğinden güncel siyasi eğilimlere uzanan bir turla kapitalizmin içinde bulunduğu krize farklı bir yaklaşım getiren muhayyel, yaratıcı ve deneysel bir okuma çıkıyor karşımıza. "Çok yerinde bir zamanlamayla kaleme alınmış bu eserde yazarlar, alışılagelmiş şekilde Hegel eleştirisi üzerinden Marx'ı anlama yaklaşımını tersine çeviriyor, işe Marx'tan başlayıp sonra Hegel'e dönüyorlar. Önümüze yepyeni bir entelektüel ufuk açıyorlar." Kojin Karatani

Marcel Duchamp ve İşin Reddi

52.00
Zamanı ve dünyayı yaşamanın bambaşka bir yolu olarak tembel eylem! “Duchamp kapitalist toplumdaki vazife, rol ve ölçülere teslim olmayarak hem sanatsal hem de ücretli işi inatla reddetmiş, üstelik sanatın ve sanatçının tanımlarına meydan okumakla da yetinmemiştir.” Onun radikal eylemsizliği kapitalist toplumun üç sacayağına birden meydan okumasından ileri gelir: Mübadele, mülkiyet ve emek. Maurizio Lazzarato, Marcel Duchamp’ın yerleşik iktidar ilişkilerini askıya almanın, politik kırılmayı mümkün kılan koşulları yaratmanın ve yeni bir öznelliğin inşasının başlangıç noktası olarak tanımladığı “işin reddi” ve “tembel eylem” kavramlarını, hem sosyoekonomik bir eleştiri hem de felsefi bir kategori olarak ele aldığı kitabında, henüz çözülememiş bir ihtilafa işaret ederek Duchamp üzerinden yeni bir kapı aralıyor: “Amaçlanan çalışmama özgürlüğü müdür yoksa çalışarak özgürlüğe kavuşmak mıdır?” “İşin reddi” ve “tembel eylem” bir olanağa işaret eder ve “Olanak bir zerreciktir,” der Duchamp. Artık aynı şekilde görüp aynı şekilde duymadığımız bu olanağa erişmekse başka bir yaşam biçimine bağlıdır, “zerreciğin tembel sakinleri” gibi.

Gelecekten Gelen Şiir

60.00
Gelecekten Gelen Şiir: Küresel özgürleşme hareketi neden uygarlığımızın son fırsatı? Yazarın Türkçe Basım İçin Yazdığı Önsözle "İşgal mi? Aynen öyle, işgal. Şimdiki işgal ne dünya çapındaki faşist hareketler ve otoriter yönetimlerden ne de siyaset ve mekânın yeni duvarlar ve gözaltı merkezleriyle fiziken işgal edilmesinden ibaret. İstencin melankolisinde ve kötümserliğinde boğulan duygularımızın, arzularımızın ve hayal gücümüzün manen işgal edilmesi de söz konusu. Bugün yaşadığımız işgal, başka bir alternatif olmadığına, dolayısıyla bir geleceğin de olmadığına yönelik yaygın hisse –hatta gerçekliğe– dayanıyor." Siyaset felsefesi alanında çalışan aktivist, yazar Srećko Horvat siyasi, ekonomik, ekolojik ve insani krizlerin kesişiminde kıyamet söylemleriyle sarmalandığımız günümüzde özgürleşmek için ulusal sınırları ve kimlikleri aşan, geçerliliğini yitirmiş uygulama ve söylemlerin ötesine geçen küresel bir örgütlenmeye ihtiyacımız olduğunu savunuyor. Nazi işgalindeki Yugoslavya'nın partizan direniş hareketinden mülteci kamplarına, edebiyat ve sinemadaki distopik anlatılardan günümüz isyan hareketlerine uzanan bir anlatıyla içinde bulunduğumuz vahim durumu değerlendiriyor ve küresel düzeni kökten değiştirebilecek bir enternasyonalizmin manifestosunu sunuyor. "Horvat çarpıcı vizyonuyla acil bir ihtiyacı ve erişilebilir bir hedefi işaret ediyor." -Noam Chomsky

Varoluşçular Kahvesi: Özgürlük, Varoluş ve Kayısı Kokteylleri

96.00
Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü’nü kazanan, “Nasıl Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne'in Hayatı”nın yazarından Paris, 1933. Üç genç arkadaş, Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Raymond Aron, Montparnasse’ta bir barda kayısı kokteyllerini yudumlarken, Aron içkisini göstererek, “Bu kokteyl üzerinden felsefe yapabilirsin!” der. Sartre, bu ilham verici andan yola çıkarak, yaşam –aşk ve tutku, özgürlük ve varoluş, kafeler ve garsonlar, dostluk ve devrim ateşi– hakkındaki kendi sıra dışı felsefesini yaratacaktır. Bu felsefe, Paris’te büyük bir heyecan dalgası yaratıp dünyayı kasıp kavuracak, 1968 öğrenci ayaklanmalarından sivil haklar mücadelesine kadar birçok toplumsal harekete damgasını vuracaktır. Varoluşçular Kahvesi çağdaş varoluşçuluğun hikâyesini insanlar, zihinler ve fikirler arasında kurulan tutkulu bir ilişki olarak anlatıyor. Sarah Bakewell hayat hikâyeleri ile düşünceleri harmanlayarak, bizleri yaşama dair olduğu kadar yaşamları değiştiren, neyiz ve nasıl yaşamalıyız gibi önemli soruları ele alan bir felsefenin kalbine götürüyor. "YILIN KİTABI” New York Times “Şahane... Titizlikle kaleme alınmış ve zihin açıcı. “Düşünen” herkese öneriyorum.” —Library Journal