Bir Devrimi Sahnelemek
İran’daki İslami Devrim, kelimelerin ve imgelerin kurulu düzenin askerî gücüne başarılı bir biçimde meydan okuduğu olağanüstü tarihî olaylardan biriydi. Devrim’in karizmatik lideri olan Ayetullah Humeyni’nin coşkun ve ateşli sözlerinden devrimci posterlere, pankartlara, duvar resimlerine, graffitilere, şarkılara, nutuklara ve tüm bunların ortak ve kutsal tarihinin merak uyandıran sembollerine kadar çığ gibi büyüyen toplumsal duyarlılıklar devrimci hareketin öncü kişilikleri tarafından harekete geçirilmişti.
Peter Chelkowski ve Hamid Dabashi, bu toplumsal mitlerin ve kolektif sembollerin devasa organizasyonunun 1979 yılındaki İslam devrimini ve hemen ardından gelen 1980-88 yıllarındaki İran-Irak savaşını nasıl yürüttüğünü araştırıyor. İslam Cumhuriyeti`nin çeşitli aktif organlarından bol miktarda birincil kaynak kullanan yazarlar, popüler inancın ve ritüellerin nasıl pullara, banknotlara, posterlere, hatta sakız paketlerine dönüştürüldüğünü ve bunların devrim ve savaş için kitlesel seferberliğe yöneltildiğini gösteriyor. Kitap, kutsal hassasiyetlerin, devrimci eylemin ve görsel imgelerin etkileşiminin karşılıklı olarak birbirine bağlı olduğu resimsel devrimin kayda değer bir portresini temsil ediyor.
Zaman / Zemin / Zuhur
Geçmiş’in izleri, şimdi’nin hızla akan zamansallığı ve geleceği tahayyül biçimleri sanatta, özellikle de tiyatro sanatında yapıta nasıl ve ne ölçüde yansıyor? Unutmaya ve hatırlamaya dair pratikler bizde ve Batı’da nasıl farklılaşıyor? “Unutuşun kolay ülkesinde” yaşayan bizler, geçmişi yok saymaya meylettikçe icra ettiğimiz herhangi bir sanat dalında sadece bugüne çağırabildiğimiz geçmiş temsillerine tutunuyor, hafıza kırıntılarımızla ona yepyeni bir beden şekillendiriyoruz. İşte bu yeni bedeni, zaten bir tür temsil yoluyla işleyen tiyatro sahnesine çıkardığımızda, hakikatten fazlasıyla uzak bir geçmiş imgesiyle kendimizi yanıltıyor olabilir miyiz?
Zaman/Zemin/Zuhur’da Beliz Güçbilmez işte tam da böyle bir merakla, Osmanlı’dan köklenen,
Tanzimat’la birlikte geçmişinden kopmaya niyetli üstelik Batı tiyatrosuna öykünen gerçekçiliğiyle, yeni kurulan cumhuriyetin gölgesinde filizlenen Türk tiyatrosunun bebek adımlarının peşine düşüyor. Güçbilmez kitabında Antik Yunan’dan beri süregelen Batılı tiyatro geleneğine özenen Türk tiyatrosunun çocukluğunu ve bir nevi ergenlik sancılarını dışarıdan, son derece detaycı ama bir o kadar da anlayışlı bir bakış açısıyla analiz ediyor.
Geçmişinden kaçan toplum, o geçmişi yok saymanın yolunu bulmuş, tiyatrosunda, üstelik de gerçeği temsil etmeyi vaat eden “gerçekçi” tiyatrosunda geçmişle hiç ilgilenmemiş, yekpare bir an’da, dondurulmuş bir zaman’da ve salt bir “satıh”a dönüşmüş zemininde, kendini, ansızın zuhur eden hikâyelere tutturmuştur. Öyleyse gerçekçi Türk tiyatrosu kendini derinliksiz, iki boyutlu bir satıh olarak kurdukça, anlattığı hikâyeyi ona yaklaşmadan, kişilerini canlandırmadan dışardan anlattıkça, sadece görünümü, sathı ya da dışıyla ilgilenen bir zâhirperest’e dönüşmüş; Araba Sevdası’nın züppesi Bihruz’un ruhunu hiç durmadan şâd etmiştir.
Sinemaya Giriş: Bilimkurgu
Bilimkurgu, bilimle teknoloji arasındaki ilişkiye dair sorular soruyor; özel efektlerin anlam ve etki üretmede oynadığı role özel bir dikkat göstererek, gösteri, anlatı ve kendi kendini yansıtma kavramları arasındaki karşılıklı ilişkileri ele alıyor. Bilimkurguda rastlanan yüce, grotesk, “camp” çağrışımlarına değinerek, türün sömürgecilik, emperyalizm ve neoliberal küreselleşme söylemlerini nasıl yeniden üretip ifade ettiğine dair bir yol haritası çıkarıyor.
Mark Bould 1895’ten günümüze, aralarında Le voyage dans la lune(1902), 20,000 Leagues Under the Sea(1916), L’Atlantide(1921), King Kong(1933, 2005), Gojira(1954), Blade Runner(1982),Tetsuo(1989), G.O.R.A (2004), Sleep Dealer(2008), Avatar’ın (2009) bulunduğu pek çok film üzerinden ırk, sınıf, toplumsal cinsiyet ve cinsellik temsillerinin derinlemesine analizlerine yer vererek hem sinemaseverler hem de öğrenci ve akademisyenler için temel bir rehber sunuyor.
Sinemaya Giriş: Belgesel
Dave Saunders’ın belgesel sinemaya giriş niteliği taşıyan bu eseri kurgusal olmayan sinemanın tarihini, kültürel bağlamını ve gelişimini, yaklaşımlarını, anlaşmazlıklarını ve işlevlerini sunuyor. Saunders bir taraftan belgeselin anlam aktarmada kullandığı yöntemleri incelerken, diğer taraftan sahip olduğu farklı toplumsal amaçları açımlıyor. Erken dönem tek makaralık “gerçekliklerden” son yıllardaki büyük gişe başarısı yakalayan örneklerine kadar, sanatsal karmaşıklıklar kurgusal olmayan sinemanın her daim bir parçası olmuştur ve bu kitabın amacı bu konulara bir açıklık getirebilmektir.
Yazar, uluslararası belgesel film üretiminin tarihini değerlendirdikten sonra kurgusal olmayan sinemanın üretimi, dağıtımı ve seyri üzerinde etkili en son teknolojik gelişmeleri inceliyor. Bunun yanı sıra, anlaşılması gittikçe zorlaşan gerçekçi ve dramatik belgesel formatlarının farklarını “realite TV”, “belgedrama”, animasyon ve gerçekliğin fantastik yorumları gibi alışılmışın dışındaki yaklaşımları tartışarak ortaya koyuyor.
Belgesel, okuyucunun belgesel sinemanın en büyük yönetmenleri, önemli uzmanları, odaktaki tartışmaları ve kritik öneme sahip fikirleriyle tanışmasını sağlayarak kurgusal olmayan sinema hakkında geniş çeşitlilikte bir akademik söylemi bünyesinde barındırıyor. Bu kapsamlı rehber 1920’lerden 2009’a kadar uluslararası alanda gösterime girmiş Nanook of the North (1922),The Man with the Movie Camera (1929),Night Mail(1936),Night and Fog (1955),Roger and Me (1989),Tarnation (2003),My Winnipeg (2007),Sicko (2007),Waltz with Bashir (2008),Say My Name (2009),Anvil: The Story of Anvil (2009) gibi birçok filme yer veriyor.