Sabri Ülker Hayat Hikâyesi
Yokluk, zorluk, imkânsızlık; başlamak için engel midir yoksa başarı için yola çıkmaya teşvik midir?
Sabri Ülker, hayalleri için kabullenmeyi değil, mücadeleyi seçti.
Onun hayat hikâyesi vazgeçmemeyi, azmetmeyi ve de sabretmeyi anlatıyor.
Türkiye’nin başarılı ve hayırsever iş insanlarından Sabri Ülker’in Ülker’den Yıldız Holding’e uzanan mücadelelerle dolu hayat hikâyesi, gençler için düzenlenerek yeniden basıldı.
Bugün 4 milyar nüfusu aşan bir coğrafyada yaptığı ürün satışları, yurtiçi ve yurtdışında yarattığı 65 bin kişilik istihdam ile Türkiye’nin ilk küresel şirketlerinden biri olmayı başaran Yıldız Holding, Sabri Ülker’in hayat ve iş ilkelerinin izinden gitmeye devam ediyor.
Sabri Ülker’in hayat hikâyesi sadece ailesine ve çalışanlarına değil, hayata adım atacak her gence ilham vaat ediyor.
“Biz, Cumhuriyet’in nimetleriyle büyüdük. Cumhuriyet sayesinde tahsil yaptık, çalıştık, ekmek paramızı kazandık, işimizi kurduk. Bunları izleyen yıllarda yatırımlar yaptık, fabrikalarımızı çoğalttık ve istihdam yarattık. Türk damak zevkinin beğenisini kazanan ürünler ürettik. Şimdi, kendi işkolumuzda elde ettiğimiz büyük başarımızın nedenini şu cümle ile özetleyebilirim: Çok çalışmak, sebat etmek ve zamana ayak uydurmak.”
Sabri Ülker / 2000
Bir Devrimi Sahnelemek
İran’daki İslami Devrim, kelimelerin ve imgelerin kurulu düzenin askerî gücüne başarılı bir biçimde meydan okuduğu olağanüstü tarihî olaylardan biriydi. Devrim’in karizmatik lideri olan Ayetullah Humeyni’nin coşkun ve ateşli sözlerinden devrimci posterlere, pankartlara, duvar resimlerine, graffitilere, şarkılara, nutuklara ve tüm bunların ortak ve kutsal tarihinin merak uyandıran sembollerine kadar çığ gibi büyüyen toplumsal duyarlılıklar devrimci hareketin öncü kişilikleri tarafından harekete geçirilmişti.
Peter Chelkowski ve Hamid Dabashi, bu toplumsal mitlerin ve kolektif sembollerin devasa organizasyonunun 1979 yılındaki İslam devrimini ve hemen ardından gelen 1980-88 yıllarındaki İran-Irak savaşını nasıl yürüttüğünü araştırıyor. İslam Cumhuriyeti`nin çeşitli aktif organlarından bol miktarda birincil kaynak kullanan yazarlar, popüler inancın ve ritüellerin nasıl pullara, banknotlara, posterlere, hatta sakız paketlerine dönüştürüldüğünü ve bunların devrim ve savaş için kitlesel seferberliğe yöneltildiğini gösteriyor. Kitap, kutsal hassasiyetlerin, devrimci eylemin ve görsel imgelerin etkileşiminin karşılıklı olarak birbirine bağlı olduğu resimsel devrimin kayda değer bir portresini temsil ediyor.
Yağcılıkta 52 Yıl
Metin Yurdagül, Henkel Turyağ’da yirmi beş yılı aşkın süreyle çeşitli görevlerde bulunduktan sonra, 1992’de Ülker Grubu’na katılarak Besler Yağ ve Margarin Fabrikasını kurdu. Besler Genel Müdürlüğünü takiben Ülker Grubu’nun çeşitli şirketlerinde genel müdürlük, icra kurulu üyeliği, gıda grubu başkanlığı ve yedi yıl süreyle de Grup sözcülüğü görevlerinde bulundu. Halen, gıda sektörünün güçlü derneklerinden Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği'nin Başkanı olarak gıda endüstrisinde bilgi kirliliği ile mücadelede aktif rol alan Metin Yurdagül, Yağcılıkta 52 Yıl kitabında yöneticiliğin, pazarlamanın, iletişimin, mutlu bir aileye sahip olmanın ve insan ilişkilerinin inceliklerini anlatıyor.
Metin Yurdagül’ün her biri aslında ayrı uzmanlık isteyen alanlarda başarı sağlamasının nedeni, bence kendisini sürekli gelişmeye, değişmeye, öğrenmeye ve çalışmaya adamasıdır -ki bu az bulunan bir niteliktir-. Bu nedenle ifade etmek isterim ki, kendisi yöneticilik hayatımda çalıştığım en iyi profesyonellerden biri oldu. - Murat Ülker / Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Hakikat Sonrası Çağda Edebiyat Eseri
Twitter, Instagram ve viral videolar çağında edebiyat çalışmalarının rolü nedir?
Edebiyat öğretmek ve öğrenmek yalnızca asırlık sorularla klasik metinleri okumamaksa, yakın okuma veya eleştirel bakışın reddi de değildir. İçinde yaşadığımız hakikat sonrası çağ, aynı zamanda insanların inançlarının, estetik anlayışlarının, tüketici alışkanlıklarının, seyahat araçlarının ve inandıkları politikaların bir çembere alındığı bağnaz bölünme çağıdır.
Bir edebiyat profesörü olan Christopher Schaberg, hızla değişen dünyada yaşadığı tecrübeleri aracılığıyla, hakikat sonrası siyaset ve ekolojik önceliklerin baş döndürücü çağında edebiyat ve kültürün yolunu bulabilmesi için ne gerektiğini soruşturuyor eserinde.
Hakikat Sonrası Çağda Edebiyat Eseri; edebi pasajlardan gündelik yürüyüşlere, vahşi yaşam maceralarından akademik ilhamlara, ekoloji problemlerinden havayolu yolculuğuna kadar çok çeşitli konulara değiniyor. Edebi metinler ve yazma üzerine dersler veren yazar, eserinin, edebiyat bağlamında düşündüğü ve çalıştığı tekrar eden şeylerin bir hikâyesi olduğunu ifade ediyor.
Dünyayı Değiştiren Sıra Dışı Müslümanlar
Evrim fikrini ilk ortaya atan kişiyi bildiğinizden emin misiniz?
Dünyanın en eski üniversitesini kimin kurduğunu hiç merak ettiniz mi?
Joan of Arc dışında kadın bir komutanın varlığından haberdar mısınız?
Bu sorulara doğru cevapları verebilmek için göz alıcı illüstrasyonlarla süslenmiş bu harika kitabı bir an önce okuyup, unutulmaz Müslüman kahramanların hikâyelerini keşfetmelisiniz!
Hibrit İnsanlar
Afganistan’da el yapımı bir patlayıcı nedeniyle bacaklarını kaybetmesiyle hayatı bir anda değişen Harry Parker, rehabilitasyon sırasında insanların bu durumun üstesinden nasıl geldiklerini görüp kendi kendine şu soruyu sordu: Tüm insanlar hibritleşiyor mu?
Parker Hibrit İnsanlar’da edindiği yeni kimliğinden ve fiziksel engeliyle nasıl mücadele ettiğinden bahsederken okuru bir bedenin sahip olabileceği en güçlü ve özgürleştirici buluşlarla, en yeni robotlarla ve teknolojilerle tanıştırıyor.
Teknolojinin, insan olmanın ne anlama geldiğine dair anlayışınızı nasıl değiştireceğine inanamayacaksınız!
“Bilimsel icatlarla ilgili olsa da aslında kitabın odak noktası insan kalbi ve zihni.” –Observer
“Hibrit İnsanlar yeni bir dünyaya dair büyüleyici bir seyahat rehberi.” –Gavin Francis
“Mütevazı bir üslupla kaleme alınmış. Geçmişe özlem duymadan geleceğe bakmanın yolunu okura gösteriyor.” –Jeanette Winterson
Zaman / Zemin / Zuhur
Geçmiş’in izleri, şimdi’nin hızla akan zamansallığı ve geleceği tahayyül biçimleri sanatta, özellikle de tiyatro sanatında yapıta nasıl ve ne ölçüde yansıyor? Unutmaya ve hatırlamaya dair pratikler bizde ve Batı’da nasıl farklılaşıyor? “Unutuşun kolay ülkesinde” yaşayan bizler, geçmişi yok saymaya meylettikçe icra ettiğimiz herhangi bir sanat dalında sadece bugüne çağırabildiğimiz geçmiş temsillerine tutunuyor, hafıza kırıntılarımızla ona yepyeni bir beden şekillendiriyoruz. İşte bu yeni bedeni, zaten bir tür temsil yoluyla işleyen tiyatro sahnesine çıkardığımızda, hakikatten fazlasıyla uzak bir geçmiş imgesiyle kendimizi yanıltıyor olabilir miyiz?
Zaman/Zemin/Zuhur’da Beliz Güçbilmez işte tam da böyle bir merakla, Osmanlı’dan köklenen,
Tanzimat’la birlikte geçmişinden kopmaya niyetli üstelik Batı tiyatrosuna öykünen gerçekçiliğiyle, yeni kurulan cumhuriyetin gölgesinde filizlenen Türk tiyatrosunun bebek adımlarının peşine düşüyor. Güçbilmez kitabında Antik Yunan’dan beri süregelen Batılı tiyatro geleneğine özenen Türk tiyatrosunun çocukluğunu ve bir nevi ergenlik sancılarını dışarıdan, son derece detaycı ama bir o kadar da anlayışlı bir bakış açısıyla analiz ediyor.
Geçmişinden kaçan toplum, o geçmişi yok saymanın yolunu bulmuş, tiyatrosunda, üstelik de gerçeği temsil etmeyi vaat eden “gerçekçi” tiyatrosunda geçmişle hiç ilgilenmemiş, yekpare bir an’da, dondurulmuş bir zaman’da ve salt bir “satıh”a dönüşmüş zemininde, kendini, ansızın zuhur eden hikâyelere tutturmuştur. Öyleyse gerçekçi Türk tiyatrosu kendini derinliksiz, iki boyutlu bir satıh olarak kurdukça, anlattığı hikâyeyi ona yaklaşmadan, kişilerini canlandırmadan dışardan anlattıkça, sadece görünümü, sathı ya da dışıyla ilgilenen bir zâhirperest’e dönüşmüş; Araba Sevdası’nın züppesi Bihruz’un ruhunu hiç durmadan şâd etmiştir.